ERKEN HABER - Maraş merkezli depremlerin üzerinden 40 günü aşkın süre geçti. 50 binden fazla kişi hayatını kaybederken binlerce kişi hala kayıp. Binlerce kişi de deprem bölgelerinden başka şehirlere göç etti.
Medyada hemen her gün bir yakınını kaybeden bir depremzedenin hikayesine şahit oluyoruz. Kimi ailesini kaybettiği enkazın başında bekliyor, kimi enkaz altında kurtarılmayı beklerken telefondan çocuğunun kendisine attığı mesajlarla avunmaya çalışıyor. 90 saniye içinde bildikleri, alıştıkları hayatı geride bırakan milyonlarca kişi pek çok travma ve travma sonrası psikiyatrik problemlerle karşı karşıya.
Depremzedelerin içinde bulunduğu ruh halini, her ikisi de depremler sonrası bölgede çalışan Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Neşe Yorguner ve Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Uzmanı Önder Küçük ile konuştuk.
‘EN BÜYÜK KORKU YENİDEN DEPREM OLMASI’
Neşe Doğruer, 24 Şubat-3 Mart arası Türkiye Psikiyatri Derneği’nin gönüllü organizasyonu ile Hatay’da görev aldı. Gözlemlerini bizimle paylaşan Yorguner, depremzedelerin büyük bir umutsuzluk ve mutsuzluk içinde olduklarını söyledi. En büyük korkularının da yeni bir deprem olduğunu vurguladı. Yorguner, “En büyük sorunlardan biri, depremlerin devam ediyor olması… Olağanüstü olaylar karşısında insanlar tabi ki çaresizlik ve korku yaşıyorlar ama bunlar olağan tepkiler. Bunların belli bir süre içinde yavaş yavaş azalmasını bekliyoruz. Bunların 4-6 hafta arasında gerilemesini bekleriz. 6 Şubat’taki depremlerin ardından Hatay’da olduğumuz dönemde 6.4 şiddetinde yeniden deprem oldu. İnsanlar tam yaşadıkları şeyi sindirmeye çalışırken yeniden depremin olması birden bire her şeyi başa sardı” dedi.
‘HAYATTA KALMANIN SUÇLULUĞUNU YAŞIYOR İNSANLAR’
Medyada deprem bölgesi için sıkça ‘yeni normal’ kavramı kullanılıyor. Yorguner’e bölgedekiler için ‘normalin’ ne olduğunu soruyoruz. Ona göre, var olan duruma adapteye olmaya çalışma hali, ‘normal’in kendisi. Daha önce pek çok şeye sahip olan depremzedelerin kendini bir çorap için kuyrukta bulması da bu ‘normal’e dahil. İnsanların duruma adapte olmaya çalıştığını ancak bir yandan da geleceğe yönelik büyük endişe içinde olduklarını anlatan Yorguner, “Biz gittiğimizde üçüncü hafta idi ve hala bir sürü belirsizlik vardı. Bu durum da insanlarda kaygı ve endişeye sebep oluyor” diye konuştu.
Yorguner’in dikkat çektiği bir başka nokta ise depremzedelerdeki suçluluk hissi: “İnsanlarda hayatta kalmanın suçluluğu da vardı. Örneğin; deprem sırasında biri iş nedeniyle şehir dışındaymış. Depremin olduğunu öğrenir öğrenmez Hatay’a gelmiş ve eşi, çocukları başta olmak üzere herkesi kaybettiğini öğrenmiş. Deprem olduğunda ailesinin yanında olmadığı için çok yoğun bir suçluluk duygusu yaşıyordu. Bu ve benzeri pek çok durumla karşılaştım.”
‘DAYANIŞMANIN İYİLEŞTİRİCİ BİR GÜCÜ VAR’
Neşe Yorguner’in dikkat çektiği kaygı hali, TDK’ye göre şöyle tanımlanıyor: “Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu.”
Yorguner, kaygıyı kişiyi hayatta kalmaya zorlayan duygulardan biri olarak tanımladı ama bunun aşırı olma halinin de zarar verdiğini belirtti:
“Bir takım girişimlerde bulunmak, önlem almak kaygıyı azaltabilir. Evlerin güvenli olup olmadığını kontrol ettirmek, deprem çantası hazırlamak gibi… Bunlar, insanların kendi kendine alabileceği önlemler. Bunun dışında kişinin etki alanı dışında olan konular var. Siyasilerin ve yetkililerin karar alanında olan ve güvenilmeyen konular var. Şöyle şeyler duyuyoruz; her gün evden çıkarken helalleşenler… Kendi kontrol alanımızda olan durumlara odaklanmak ve kontrolümüz dışındakilere odaklanmamak kaygıyı azaltmayı sağlayabilir.”
Türkiye’nin bir afetler ülkesi olduğunu hatırlatan Yorguner, yaşadığımız son depremin biraz daha farklı olduğunu dile getirdi. “Toplumun psikolojisi afetlerden etkileniyor ama bu insan eliyle olunca çok daha fazla etkileniyor” diyen Yorguner, Maraş merkezli depremlere, doğal afet demenin çok mümkün olmadığını ifade etti. Bu nedenle, yaşanılanların yansımalarının çok uzun yıllar devam edeceğini dile getirerek şunları söyledi: “Bir süre sonra ikincil travmalar görülebilir ki, ikincil travmalar ilki kadar şiddetli olabiliyor. Biz daha uzun yıllar insanların yas dönemleriyle, kaygı bozukluğu, stres bozukluğu, depresyon gibi durumlarıyla karşılaşacağız.”
Bu noktada dayanışmanın önemine vurgu yapan Yorguner, dayanışmanın iyileştirici gücünün altını çizdi.
‘ÇOCUKLAR YETİŞKİNLERDEN BAĞIMSIZ BİREYLER DEĞİL’
6 Şubat haftası İskenderun, Hatay ve Pazarcık’ta bulunan Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Uzmanı Önder Küçük, çocukların yetişkinlere göre depreme ve sonrasında yaşananlara biraz daha farklı tepkiler gösterebileceğini söyledi.
Zira deprem bölgelerinden gelen pek çok görselde çocuklar, enkaz yığınları arasında aileleri ile dolaşıyor, çadır kentte kurulan alanlarda oyun oynamaya ya da eğitim görmeye çalışıyor. Bu durumun onlar üzerindeki etkilerinden bahseden Küçük, “Çocukların hemen her gün bu duruma maruz kalması, enkaz görüntülerini görmesi, o ortamdan geçmesi, dağınık bir yapılanmanın olması, organizasyonel rutin bir hayatın başlayamıyor olması, travmatik sürecin devam etmesine ve sürecin uzamasına yol açıyor. Bu bir doğa olayı gibi de değil. Ne kadarı doğal afet ne kadar insan eliyle yapılmış bir afet tartışılır. İnsanların hafızalarında pek çok olay var, yaşanmışlık var. Bu öyle kolay atlatılabilecek bir durum değil. Bunun yatışması için hayatın belli bir süre sonra akışına kavuşması lazım. Güvenlik duygusunun tesis edilmesi lazım. Bir şeylerde geç kalındı, birileri bir şeyleri eksik yaptı ama bunun da hesabının sorulduğu bir gelecekle ancak anılarını zihinlerine gömebilirler. Diğer türlü, keder ve öfke hali sürekli canlı durur. Nitekim çocuklar yetişkinlerden bağımsız bireyler değil. Erişkinlerin yaşadığı duygu hali çocukları da etkiliyor” diye konuştu.
‘BİRÇOK ŞEYİNİ KAYBETMİŞ BİR ÇOCUK OKULDA DA KENDİNİ KAYIP GİBİ HİSSEDEBİLİR’
Pek çok çocuğun ailesi ile deprem bölgelerinden başka yerlere göç ettiğini hatırlatan Küçük, çocuğun eğitim hayatının daha sağlıklı olabilmesi için bazı önerilerde bulundu. Depremzede çocukların gittikleri okullarda bir ekip tarafından karşılanmasını öneren Küçük, şöyle devam etti: “Birçok okul, hangi ilden kaç çocuğun geldiğini biliyor. Okulun çocuk hakkında bilgili olması ve okula geldiğinde karşılanması çok önemli. Sınıf öğretmeni ve rehber öğretmeni ve gönüllü bir öğrenciden oluşan ekip olabilir. İlk gün çocuğu ismi ile çağırıp ona okulu, sınıfı ve arkadaşlarını tanıtmalı. Çocuk güvenli bir ortamda olduğunu hissetmeli. Bir problemi olursa öğretmenlerine danışabileceği bilgisi olmalı. Uyum sürecinin doğru yönetilmesi çok önemli. Çünkü birçok şeyini kaybetmiş bir çocuk okulda da kendini kayıp gibi hissedebilir. Bildiğim kadarıyla pek çok okul da yapıyor bunu.”
Çocukların yetişkinlerden daha farklı tepkiler verebileceğini anlatan Küçük, konuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Yetişkinlerde ve çocuklarda temel duygu, güvenlik duygusu. Zira okul, ev, tanıdıkları, arkadaşları gibi bildiği ve kendini güvende hissettiği bir ortamın olmayışı çocukları etkiliyor. Travma dediğimiz, kişinin güvenlik duygusunun tamamen sarsıldığı bir süreç. Bunu yaşayan bir çocuğun verdiği tepkiler de belli açılardan ‘anormal’ olabilir. Daha korkulu olabilir, uyku sorunları yaşayabilir, yaptığı şeyleri artık yapamayabilir… Tabi burada çocuğun yaşı da önemli. 6 yaşa kadar bazı çocuklarda gelişimsel duraksamalar görebiliyoruz. Mesela, tuvalet eğitimi alan bir çocuğun tuvalet düzeni bozulabilir, hırçınlaşabilir, duygularını anlatmada güçlük yaşayabilir. Okul çağı çocuklarında da dalgınlık, yavaşlık ya da tam tersine hareketlilik, sinirlilik hali daha sık yaşanabilir. Ergenlerde bu, içe kapanma da olabilir, dürtüsel davranışların artması, kendine zarar verme ya da bir şeyleri boş verme ya da kayıtsız kalma gibi kendini gösterebilir.”
‘ÇOCUKLAR RUTİNE KAVUŞMALI’
Çocukların rutin olarak bildiği şeylere kavuşmasının travmaları atlatmada yardımcı olacağını sözlerine ekleyen Küçük, depremzede çocuklara yeterince psikolojik destek verilmediği takdirde yıllar sonra toplumda psikolojik sorunları olan pek çok yetişkinle karşılaşacağımızı ifade etti.
Küçük, kaygılı, depresif olan, ilgi ve merakı azalan çocuklara psikolojik destek verilmesi gerektiğini belirtti. Küçük konuyla ilgili şunları söyledi: “Destek verilmezse ileride depresyon gibi bazı kişilik bozuklukları, duygu durum bozuklukları ortaya çıkabilir. Hatta ciddi ihmal ve yalnızlık halinde psikoz benzeri belirtiler, açığa çıkabilir. İleride topluma yansımalarının nasıl olacağını bugünden söylemek zor ancak Türkiye travmatik bir toplum. Belli kimliklere, belli inançlara ait travmatik bellekler var. Bunlar, insanların benlik saygılarını zedeleyen şeyler. Kendilerine ait bir yaşam kurma gücü ve becerisi, buralarda sekteye uğrayabiliyor. Sağlıklı ilişki kurmadan, partner bulmaya, akademik çalışmalardan hayatın farklı noktalarına kadar sorunlara yol açabilir. Biz burada ne yapabiliriz? Depremzede aileler çocuklarındaki pek çok şeyin normale dönmemesinden birçok şeyi anlayabilirler. Mesela okul başlamış, hayatın rutinleri oluşmuş ama ona rağmen okula gidemeyen, gece uyuyamayan, sakinleşemeyen, kendine zarar vermeyi düşünen bir ergen varsa ya da daha önce ondan beklenen davranış, tutum, karakter davranışının tersine bir durum sergiliyorsa, çocuk profesyonel destek almalı.”